1980 darbesi Türkiye’nin dönüm noktasıdır.
Bugünkü iktidarın temelleri orada atılmıştır.
Laiklik ilkesi ilk defa açıkça, Kenan Evren tarafından çiğnenmiştir.
İlk kez kürsülerde, din siyaset için kullanılmıştır.
Türkiye’de solun kökünü kazımak ve gencecik çocuklarımıza işlemedikleri suçları itiraf ettirmek için vicdanları sızlatan işkenceler yapılırken; işkenceciler: “buraya camiden mi geldin?” diye alay ediyorlardı…
Siyasi partilerin 1983 yılında yeniden kurulmasına izin verildikten sonra, Cumhuriyetimizin kurucusu ve demokrasiyi ülkeye getiren İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü ve Partisi SODEP; defalarca veto edilerek seçimlere girmesi önlenirken Dünya Bankası kökenli takunyalı lider Turgut Özal’a kapılar ardına kadar açıldı.
Önceleri “Yeşil Kuşak” teorisi vardı.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) ; ABD ve batı bloğu karşısında bir güç olarak iki kutuplu dünya dengesini kurmuştu. Bu gücü yıkabilmek için iki plan vardı: birincisi doğu bloğunda bulunan “Türk Dünyası”nı oradan ayırmak; ikincisi de SSCB’nin “sıcak denizlere” inmesini önlemek için din devletleriyle kuşatmaktı…
SSCB’nin güneyinde “yeşil (İslamcı-dinci) bir kuşak” yaratılacak ülkeler: Afganistan, İran, Pakistan, Türkiye stratejik planın birer parçasıydı.
Afganistan da Türkiye gibi emperyalizme karşı savaşarak bağımsızlık kazanan bir ülkedir. “Türk ve Afgan halkı aynı dönemde, aynı kaderi paylaştıkları için işbirliği içine girmişler ve birbirlerine destek olmuşlardır. Özellikle Emanullah Han zamanında Türkiye, Afganistan’a modernleşme çalışmalarında hem örnek olmuş, hem de fiilen yardım etmiştir. Emanullah Han reformlarında M. Kemal’i örnek almıştır. Türkiye’den giden çeşitli uzmanlar Afganistan’da oldukça başarılı hizmetler yapmışlar ve Afganlıların kalplerini kazanarak Türk Milleti için birer iftihar vesilesi olmuşlardır. İki ülke arasındaki dostluk ilişkileri Atatürk döneminde üst düzeye çıkmıştır. Atatürk’ten sonra da iyi ilişkiler devam etmiştir”.(٭)
Durum böyleyken, SSCB’ne karşı Afganistan’ı kullanmaya çalışan ABD; Afganistanlı öğrencileri silahlandırıldı, Afganistan’ı bir din devleti haline getirdi.
İran’da Humeyni kaçmış olduğu Fransa’dan getirilip laik Şah Rıza Pehlevi yurt dışına kaçırılarak İran da bir din devleti haline getirildi.
Pakistan’da sosyal demokrat laik lider Zülfikar Ali Butto’nun asılması, izinden giden kızı Benazir Butto’nun öldürülmesi sürecinde bir din devleti kuruldu.
ABD’nin son stratejik planı: “Ilımlı İslam” devletleri yaratma zırvasıydı…
Tunus’ta AKP’nin ikiz kardeşi artık yok, Mısır’da Sisi geldi diye RTE karalar bağladı, çünkü orada da laik devleti esas alan bir yönetim iş başında… İran gittikçe bilime ve akla yakın, emperyalizme uzak bir siyaset izliyor… Suriye’de Esat, bütün hesapları bozdu, direnmeye ve ülkesini yönetmeye devam ediyor.
İslam dünyası, laik sistem olmazsa, din ve mezhep çatışmalarında akacak kanda boğulacağını anlamış bulunuyor.
Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün atmış olduğu temeller o kadar sağlam çıktı ki Recep Tayyip Erdoğan tek başına iktidarı ve bütün devleti ele geçirdiği halde hala sonuca ulaşmış değil.
Ülkedeki tüm okullar imam-hatip haline getirilmiş; karma (kız-erkek) eğitimi sona erdirmek için uygulamalar başlatılmış; kadınların yüksek öğretim görmelerini engellemek için 4+4+4 eğitimi sistemi getirilmiştir. Kadını evine kapatmak için devletin en üst kademesindeki yöneticilerce; en az üç çocuk doğurması, gebeyken sokağa çıkmaması, etek boyunun dizinden yukarıda olmaması, kadınların kürtaj yaptırmaması, doğurmak istemeyeceği çocukları bile doğurması, kadın ile erkeğin eşit olamayacağı telkinleri ve baskıları sürmektedir.
Ülkemiz, daha önce başka ülkelerde görülen örneklerde olduğu gibi çağdaş uygarlığın temeli olan akıl ve bilim ekseninden inanç ve vahiy eksenine doğru çekilmektedir.
Ülkeyi yöneten cahil bir kadro; cumhuriyetin temellerini oymaktadır.
Şimdi, seçime üç ay kala, “İç Güvenlik Yasası” adı altında, demokrasiyi ortadan kaldıran, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılmasını olanaksız hale getiren, AKP karşıtı olanların mal varlıklarına el konulmasını sağlayan, Valilere ve Emniyet Müdürlerine Cumhuriyet Savcılarının yetkilerine veren, Gözaltı süresini 48 saate çıkararak göz altında işkence ve baskıyı 12 Eylül dönemine geri döndüren bir deli saçmasını TBMM’ne getirmişlerdir.
Bunun geçmemesi için canhıraş şekilde çalışan muhalefetin iç tüzükten kaynaklanan haklarını yok ederek mutlaka çıkaracaklarını bildiriyorlar.
Neden seçime üç ay kala böylesine toplumu gerecek bir yasayı zorla çıkarmaya çalışıyorlar? Birincisi yeni bir bloklaşma yaratarak kendi tabanlarını bütünleştirmek istiyorlar. İkincisi on bin kişiyi tutuklamanın alt yapısını oluşturuyorlar. Artık hırsızlık ve talan üzerine oturmuş bu sistemi yürütemeyeceklerini görüyorlar.
Baskıyla ve sindirerek yönetmek için;
Yeni yalanlar üretiyorlar, yeni düşmanlar yaratıyorlar.
Tıpkı Bülent Arınç suikastı gibi bu kez de “Sümeyye Suikastı” icat ediyorlar.
Ancak siyasal tablonun değiştiğini görmekteler…
Ayaklarının altından zemin kayıyor.
İktidardan düştükleri gün, Anayasayı ihlal başta olmak üzere tüm yolsuzluklardan dolayı yargılanacaklarını, tutuklanacaklarını çok iyi biliyorlar.
Korkuyorlar…
Huzursuzlar…
Gülerken bile zoraki güldükleri belli oluyor.
Telaş hepsini sardı…
Bazıları da inanmak istemiyorlar…
Oysa büyük plan artık rafa kaldırıldı.
Dünya dengeleri değişti.
Ne “yeşil kuşak projesi” ne “ılımlı İslam devletleri projesi” var…
Dünya çok kutuplu hale geldi.
Dünyanın tek kutuplu olduğu dönemin projeleri yok artık.
Türkiye Cumhuriyetinin laik, demokratik, hukuk devleti niteliklerini yok etmek isteyenler hesap verecekler.
Çünkü demokrasiyi yok etme hakkı hiçbir demokraside yoktur.
Demos…kratos(٭٭)…herkese bir gün gerekir, tıpkı hukuk ve bağımsız yargı gibi….