Altı ayda iş kazalarında ölen işçi sayısı 951!(*)
Sadece Soma’da bir işverene bağlı işyerinde ölenler 301 işçidir.
Dokuz yüz elli bir işçi evine ekmek götürmek için öldü.
Dokuz yüz elli bir işçi; namuslu yaşamak için, çalmadan yaşamak için öldü.
Bu ülkede, kolay değil namuslu olmak, namuslu kalmak… Bazılarına bir akşam yemeği masrafı olan miktar için bir ay çalışmak…
Ve de giderleri azaltmak için hiçbir tedbir almadan, geliyorum diyen felaketin bütün belirtilerini görmezden gelerek; daha fazla kȃr için adeta bile, bile ölünceye kadar çalıştırılmak…
Ne diyor Antalyalı Şair Metin Demirtaş :…
“Her gün kapanan kapılar önüne
Başkaldıran öfkenle dikilsen de
Kâr etmez
Çünkü bir şeyler almak çarşılardan evlere
Çünkü çocuklar dur bilmez…” (**)
İşçi ölümleriyle ilgili yazımı yazmaya karar verdiğimde bu konuda duyarlı bir yazara rastlayınca sevinmiştim. Diyordu ki :
“İnsanın yaşama hakkı.
Amacı insanı yaşatmak olan bir devlet örgütlenmesi.
Amacı devleti yaşatmak olan bir devlet örgütlenmesi değil.
Biz yüzyıllardır devleti insandan önemli bulmuşuz, sonra çağ değişmiş başka toplumlar insanın önemini kavramış, anlayışını değiştirmiş ama biz anlayışımızda en küçük bir değişiklik yapmamışız.
“Devlet” demiş, durmuşuz.
“İnsan” diyememişiz.
Devleti yönetenler de bu geleneği alabildiğine sömürmüşler.
Kendi çıkarları için “insanı” ezdikçe ezmişler.
“İnsanın” önemsiz olduğunu vurgulamışlar, bizi buna inandırmışlar, “devleti” yaşatabilmek için insanların ölmesini, kaybolup gitmesine aldırmamamızı öğütlemişler.
Biz de dinlemişiz.
Kendimizi “bir insan” gibi değil, “devletin parçası” gibi görmüşüz.
Ne “yaşama” hakkımıza, ne diğer haklarımıza sahip çıkabilmişiz.
Beş ayda 810 işçi ölür mü?…
Yaşama hakkımıza bile aldırmadığımız için mi fikirlerimizi özgürce söyleme hakkına, özel yaşamımızın mahremiyetine dokunulmasına, özgürce haberleşme hakkımıza hiç aldırmıyoruz?
Yaşama hakkının bile olmadığı bir yerde diğer haklar çok mu lüks görünüyor?
Biz ölelim, baskı altında yaşayalım yeter ki devlete zeval gelmesin.
İyi de “insanı” bu kadar değersiz olan bir devletin kendisi değerli olabilir mi?
İşte çevremiz, insana önem vermeyen uluslarla dolu, başlarına geleni görüyoruz.
Suriye’de, Irak’ta kan akıyor, toplumlar parçalanıyor, iç savaşlar patlıyor.
Oralarda da “insanı” küçümseyip devleti yücelttiler, ne oldu sonunda?
Devleti yönetenler insanı ezdikçe ezdi, hayırlı bir sonuç yarattı mı bu?
Bir insanı önemseyen toplumlara bakın, bir devleti insandan daha fazla önemseyen toplumlara, zaten sorunu rahatça görürsünüz.
Neden Fransa parçalanmıyor da Irak parçalanıyor, neden Norveç iç savaşa girişmiyor da Suriye girişiyor?
Bütün bu kanlı gelişmelerin Müslüman coğrafyada yaşanmasının herhalde başka nedenleri de vardır ama bu toplumların devleti ve devleti yönetenleri kutsayan toplumlar olduğunu da unutmamak lazım bence.
Bilmiyorum çevremizde yaşananlardan bir ders çıkartacak mıyız yoksa o karanlık bizim topraklarımıza da mı yansıyacak…”(٭٭٭)
Yaşama hakkı için söylenen güzel sözlerden sonra komşu ülkelerde yaşananların, giderek azalan petrol kaynaklarını denetim altına almak isteyen emperyalist ülkeler tarafından yaratıldığını bilmeyen bir yazar varmış demek ki!
Türkiye’mizde de emperyalist ülkelerin çıkarlarını korumakla görevli AKP iktidarı tarafından uygulanan vahşi kapitalizmin işçinin yaşam hakkını yok ettiğini hatta ulus-devleti yıkmak üzere olduğunu görmeyen, görmek istemeyen bir yazar…
İktidar değil devlet kötü öyle mi? Niye Alman devleti kötü değil-ki maden işletmeleri en çok onda var-Fransız devleti-İngiliz devleti değil de Türk devleti kötü?
Devleti kutsamıyoruz ama devletsiz de bir vatanda özgür yaşanmıyor.
Gelişmiş ülkeler Ulus/Devlet’lerini koruyorlar.
Ancak Türkiye’ye gelince ulus devletin temeli olan “Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirlerinden” vazgeçmemizi dayatıyorlar. Sadece bu kadar mı? Değil! Ayrıca “Ilımlı İslam Devleti olun!” diyorlar. Kendileri neden “ılımlı Hıristiyan devleti” olmuyorlar?
Çünkü onlara göre; uygarlığın yüksek insani değerleri olan laiklik, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, insan hakları sadece emperyalist ya da gelişmiş ülkelerin yurttaşlarının hakkı! Bizim hakkımız değil; Ortadoğu’daki yurttaşların hakkı değil!…Bu anlayıştan dehşet duyuyoruz. Çağımızın en büyük adaletsizliği budur!
Altı ayda dokuz yüz elli bir işçi iş kazalarında ölüyorsa bu; iktidarın sorumlu olduğu bir durumdur. Devletin yurttaşlarının yaşama hakkını koruması, önceden tedbir alması zorunluluğu iktidar tarafından yerine getirilir. Hem modern çağın köleliği olan taşeron sistemini yaygınlaştıracaksın hem de iktidarı sorumluluk dışı tutacaksın! Böyle bir anlayışı kabul etmek mümkün değildir.
Sol sağ ayırımı bitti diye sevinç naraları atanlar, neden gelişmiş ülkelerde sol –sağ ayırımının bitmediğini düşünmelidirler. Dünyada sömürü olduğu sürece işçilerin, emekçi kitlelerin temsilcisi olan sol anlayış da var olacaktır…
AKP iktidarı Türkiye’ye “vahşi kapitalizm” dönemini yaşatmaktadır.
İş kazalarında ölen her işçinin kanı iktidarın ellerine ve yüzüne bulaşmaktadır, bulaşacaktır.