“1954 seçimlerinde Kars milletvekili seçilip Cumhuriyet Halk Partisi’nin Ziya Gökalp Caddesindeki genel merkez binasına geldiğimde partinin malları, binaları, matbaaları, parası hatta örgütlere ait dosyaları, kalem kâğıdına kadar her şeyi, Ulus Gazetesi bile elinden alınmıştı. Genel merkezde sadece bir yazman, bir sekreter, bir muhasip, bir odacı kalmıştı; perişan durumdaydı…(1)
…Örgütün genel merkezle neredeyse hiç ilişkisi kalmamış, istifalar olmuştu, kalanlar ise binaları elinden alındığı için parti görevlerini dükkânlarda, kahve köşelerinde veya evlerinden yürütmeye çalışıyorlardı….”(2)
Doğan Kitap’ın bastığı, Mustafa Bilgehan tarafından derlenen kitabı bir hafta önce bitirdim. Bir siyaset adamı olarak, bir baba olarak, bir dede olarak İsmet İnönü’yü bütün yönleriyle adeta birlikte yaşıyormuş gibi sevgiyle ve saygıyla bir kez daha şaşkınlıkla izledim.
Babamın bana çocukluğumda;
“Oğlum, bizler genellikle iyi hekimin kıymetini bilmeyiz. Bir evde herkes hastalansa, aileden üçü salgın hastalıktan ölse, ikisini de bir hekim kurtarsa, onu kutsarız, dünyanın en büyük doktoru olarak görürüz. Ancak başka bir hekim daha önce aldığı önlemlerle evdeki insanların hasta olmasını önlerse onun kıymetini bilmeyiz…
İsmet İnönü Türkiye’yi ikinci dünya harbine sokmayarak hastalığı kapıda önledi. Öyle olmasaydı biz kim bilir hangi cephede ölmüş olacaktık ve siz belki de hiç doğmamış olacaktınız…” derdi.
Bu sözleri Vehbi Koç’un kitaptaki anlatımlarıyla daha iyi özümsedim, anımsadım: “…Churchill, Roosevelt ve Stalin, İsmet Paşa’yı Kahire’ye çağırıyorlar. İsmet Paşa Telgraf Çekiyor. “Eğer verilmiş bir kararı tebliğ etmek istiyorsanız, gelmem. Eşit koşullar altında konuşmak istiyorsanız gelirim” diyor, Kahire’ye gidiyor. Kahire’de yine ne yapıyor ediyor, onları atlatıp gelerek bu milleti, ülkeyi, ikinci Dünya Harbi’ne girmekten kurtarıyor”…(3)
Kitapta beni şaşkınlığa uğratan bölümler var:
“İsmet Paşa eski arkadaşı Karabekir’in ölümüne çok üzülmüştü. Tabutu Meclis’in önüne getirildiğinde solgun bir bayrağa sarılmıştı. Bu, Kurtuluş Savaşı’nda Kars Kalesi’ne çektiği bayraktı. Ölünce tabutuna sarılmasını vasiyet etmiş; o bayrak hepimizi derinden etkilemişti. Orada gözler İnönü’yü arıyordu. Cumhurbaşkanı İnönü geldi. Birkaç kelime söylemek istedi fakat söyleyemedi. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Karabekir, sınıf arkadaşından böyle bir vefa gördü. Fikir olarak hiçbir zaman aynı olmadılar. Fakat vefalı oluşu, sınıf arkadaşlığı, askerlik ve belki Milli Mücadele’de beraber olmalarının anıları vardı. Belki de Karabekir’in çok büyük kahramanlığı, Atatürk’ü tutması… İnsani olarak çok üzüldü. Bu da gösteriyor ki aralarında bir çekememezlik olmamıştı.”(4)
Kimler yok ki bu kitapta:
Muammer Aksoy’dan Orhan Birgit’e, Ferruh Bozbeyli’den Kemal Demir’e Hasan Esat Işık’tan Vehbi Koç’a, Ferit Melen’den Ziya Müezzinoğlu’na, Osman Olcay’dan Hüdai Oral’a, Yekta Güngör Özden’den Necdet Uğur’a, birbirinden değerli; büyük bir kısmı şu anda aramızda olmayan sanatçı, bilim adamı, siyasetçi; yakın tarihin başarılı, İnönü ile yaşamını paylaşmış 29 değerli insanın ibret verici anlatımları…
Fotoğraflar, anılar, sanat, edebiyat, müzik ve Türkiye’ye, demokrasiye, bağımsızlığa özgülenmiş bir büyük insanın sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk dolu yaşamı…
“İnönü’süz Türkiye, bugünlere gelmiş olan bir Türkiye’dir. İnönü 1972 senesinde o olayların içinde irdelenmemiş, örselenmemiş, partisinin başında kalarak doğal yaşamıyla olayların içinde yer almaya devam edebilseydi rejim sarsılmazdı. Bence 12 Eylül ve Eylül’ün doğurduğu bin bir hadise olmazdı.
İnönü sağ olsaydı onun varlığı bile bizim hayatımızın teminatıydı. Biz o teminattan mahrum olduk…” (5)
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak için lütfen bu kitabı okuyun.
Yazımızı Necip Mirkelamoğlu’nun aktardığı İsmet İnönü’nün bir sözüyle bitirelim:
“…’Laiklik dinsizlik değildir’ diyorsunuz, zaten değildir, alakası yok. Ama biz onun adını koyduk mu, adı tavizdir. İrticaa verilmiş bir taviz olur. Siz sanıyor musunuz ki, irtica bunu alıp midesine atacak, ondan sonra doydum diyecek?
Doymaz! O öyle bir midedir ki, her gün çok daha fazlasını ister. Bu öyle bir yarıştır ki hiç birincisi olmaz. Siz bir adım atarsanız, karşınızdaki iki adım atar. Sonuna kadar, birincisi olmayan yarış devam eder. Ortada da ne ülke kalır, ne rejim kalır, ne demokrasi… Hiçbiri kalmaz… Onun için masum görünen, ufak görünen, hiç önemi yokmuş gibi görünen ve seçim malzemesi olmak gibi masum bir arzudan kaynaklanan bu önerinin sonuçta böyle bir neticesi olur. Laikliği ezdirmem, laiklikten taviz vermem”…
Haremlik/Selamlık uygulamasının Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel tarafından yaşama geçirildiği “kadınlar plajı” aklıma geliyor hemen, kız/erkek karma eğitimi sona erdirmeye yönelik milli eğitime halkı alıştırmak üzere atılmış bilinçli bir adım…
İsmet İnönü’yü anladıkça daha çok arıyoruz…
(1)AGE S:107 Turgut Göle’nin 1989 yılı
Görüşmesinden alınmıştır.
Turgut Göle 2002 yılında hayata veda etmiştir.
(2)AGE s:108-Turgut Göle…
(3)AGE S:136 Vehbi Koç…
(4)AGE S:120 Sadi Irmak…
(5)AGE S:156 Necip Mirkelamoğlu…