CHP Genel Başkanı tabanına, kısaca,“tıpış tıpış oy vereceksiniz”dedi. Bu deyim, yani“tıpış tıpış”bir davet midir Türkçede? Yoksa imalı bir kovma-tehdit midır? Hani kızdığımız zaman söyleriz birisine, yapmayacağı bir iş karşısında,“Tıpış tıpış yapacaksın!”deriz. Karşıdaki de genellikle bu söz karşısında, yapmak istese de yapmaz. Yapma ihtimalini de ortadan kaldıran bir“tehdit”sözcüğüdür çünkü, tıpış tıpış…
Peki, Kılıçdaroğlu, bu kadar danışmandan süzgeçten geçen konuşmalarını nasıl böyle hazırladı? Nasıl böyle bir cümleyi sarf etti? Bu yaşa gelmiş Kılıçdaroğlu’nun, danışmanları da ikaz etmese, böyle bir cümlenin yarar değil zarar getireceğini bilir. Asıl tılsım burada zaten. Kılıçdaroğlu bu cümleyi bilerek ve isteyerek söyledi. Bu söz adayın belirlenmesinden sonra, kaybetmeyi sağlayacak ikinci önemli bir çıkıştı çünkü. Birbirine girmiş, sosyal medyada kendi içlerinde kapışan CHP ve MHP tabanı sağlanmışken ikinci yara geldi Kılıçdaroğlu’ndan… Tıpış tıpış vereceksiniz!
Ekmeleddin İhsanoğlu’nu da bilerek ve isteyerek kaybettirmek adına ileri sürdü. Nereden mi anlıyoruz? Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan da anlıyoruz. Ne Atatürkçülük, ne milliyetçilik ne de vatanseverlik konusunda, kamuoyunun dikkatini hiç bir zaman çekmemişti. İlk kez adını duyan milyonlarca CHP’li var. Oysa kitleleri sürükleyecek isimler var olmasına rağmen. “Çatı adayı” denilerek kamuoyunun tartışacağı hatta kabul etmeyeceği bir isim dayatıldı CHP ve MHP’lilere… Baştan kaybetme ihtimali yüksek olan bir aday belirlenmeliydi ve belirlendi.
Oyunun ikinci perdesi de vahim aslında. CHP’nin büyük bir kesimi İhsanoğlu’nu ret etmesine rağmen, CHP’lilik, vatanseverlik adına, kerhen desteklemek zorunda kaldı. Bazı CHP kesimlerinden ise, ret aldı. Aslında Başbakanın, Hükumetin zorlu sürecinde yıpranacağı hatta tökezleyeceği de aşikardı. Kolay değil, Türkiye’de doğu-batı açılımı. Hele ekonominin neredeyse tamamen dışa bağımlı olduğu ülkelerde(bizim gibi) uzun süre iktidar olmak oldukça zordur. Ancak, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin, muhalefet gibi görünen tarfından biraz uzaklaşıp, yaptıkları ile değerlendirirsek, Recep Tayyip Erdoğan’nın en büyük destekçileri olduklarını görebiliriz. Seçilmesi mümkün olmayan bir aday için “Tıpış tıpış” cümlesi de ikinci oy katliamıydı aslında… Birinci perde seçilmesi mümkün olmayacak, tartışmalı, flu bir aday, ikincisi de tıpış tıpış tehditi… MHP’lilerin Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vermemelerinin (Bazı illerde) önemli bir nedeni de, zaten lider olarak benimsemediği Kılıçdaroğlu’nun bu tehditkar konuşmasıdır. Büyük payı vardır.
Bir partinin başında olmak demek, o partili olmak demek değildir.
Bizler durumların niteliği ile değil niceliği ile ilgilenen bir toplumuz. Bize ne gösterilirse onu algılar, arkasına, içine, sonuçlara pek bakmayız. Mesela bir kahvede bir soru sorun. “Kılıçdaroğlu bir CHP’li midir? diye… Sizin için “delirmiş olmalı” derler. “Ya koskoca CHP’nin genel başkanı için nasıl bir soru bu?” diye, bir de azar işitebilirsiniz. Aslında Türkiye demokrasisi gibi, dışa bağımlı bir demokrasi bizim bildiğimiz, okullarda öğretilen demokrasilere benzemez. Adı demokrasidir ama vatandaş, taban bu işe karıştırılmaz. Ne genel başkan adaylarını, ne milletvekili adaylarını, ne belediye başkan adaylarını taban seçmez. Önce genel merkezde seçilirler sonra diğer partiler arasında yarış yaparlar. Vatandaş şimdiki demokrasinin sadece alkışlayanı. Oynanan oyunun hiç bir yerinde yok!
Gelelim Kılıçdaroğlu’nun, “tıpış tıpış”ına…
Çok güncel ve somut örnek, Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer. Anladığımız kadarıyla, bu sözcüğe içerleyerek, oy vermeye “tıpış tıpış” gitmemiş. Aslında ne olmuş? CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, özden istediği, oy vermeyin! demesini görmüş ve vermemiş. Sanırım yüzbinlerce CHP’li bu sözden sonra oy vermedi. CHP tabanının oldukça radikal, özgür, bağımsız karakteri, şiar edinmiş bir kitlesi var. Onuruna yedirmeyip gitmeyen yüzbinler hatta milyonlar var diyebiliriz.
Kılıçdaroğlu ve Bahçeli baştan yenilmeyi bilerek adım attılar ve başardılar.
Kamuoyunun yakından tanıdığı, güvenilir bir isim sunulsaydı, Başbakan Recep tayyip Erdoğan’nın işi çok zordu. Bunu ABD de biliyor, AB de, uzman siyaset analizcileri de…
Türkiye’de, genel başkanlar dahil tüm siyasi parti seçimlerini, sağlıklı, kayıtlı üyelerin yapmaması durumunda ülkeye, bildiğimiz demokrasi gelmez. Genel başkanı 1200 tanıdık delege seçecek, il başkanlarını 400 delege seçecek onlar da koskoca ülke partisini yönetecekler! Böyle saçmalık olmaz. Genel başkanları tüm ülkedeki kayıtlı üyelerle, il başkanları, tüm o ildeki kayıtlı üyelerle, ilçe başkanları, o ilçedeki tüm üyelerle seçilecek, sonra milletvekili adaylarını o ilin tüm kayıtlı üyeleri sıralamayı belirleyecek ve bu çıkan sonuçlar da tabanın sorumluluğunda olacak. Yani demokrasi oluşmuş olacak. Bu seçim biçimi gelmediği sürece, demokrasi adında bir “yamukrasi” oluşur. Bugünkü gibi…
Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu bu seçim sistemi yüzünden kim gelirse gelsin, hatta “Mesih” gelse göklerden, kazanma ihtimali yok. Çünkü delegeler kendi delegeleri. Bu siyasal zeminde genel başkanları kim getirmişse onlar götürebilir, değiştirebilir ancak… Gelenleri de aynı olmak koşuluyla getirirler tabii…
Aklıma ne geldi biliyor musunuz? Hani bir de sert muhalif gibi görünen, marjinal çıkışlı siyasi liderler, partiler var. Hiç, siyasi partilerin ve parlamentonun seçilme konusunu ciddi bir şekilde ele alıp, kamuoyunu bilgilendirdiler mi? Ben hatırlamıyorum. Bazen cılız bir kaç çıkış olur. Ne yaparlar? Vatandaş arasında keskin ayırım yapacak, polemik konularını günlük ortaya sürerler. Keskinleştirirler, kutuplaştırırlar vatandaşı. Doğru yöntem, doğru bilgi yerine, bazı kahraman gazete rolündeki yapılar da hep, ipe sapa gelmez konuları körükler. Çünkü gerçek çözümün, halkın iradesinin yansımasını sağlayacak yerde onlar da olmaz. Hepsi bir tiyatronun parçasıdır aslında. İyi adam, kötü adam, senarist, yönetmen, yardımcı roller ve alkışlamak durumunda bırakılan sayın seyirciler… Yani, biz…