Bayramın son gününde bayramın ruhuna aykırı olarak başlayan ve yakıcı sonuçları olan olayları vandalizm kavramının içine sıkıştırmak veya hapsetmek yeterli olmasa gerektir!
Tarihsel bir perspektiften bakıldığında bu olayların çok daha farklı kavramlarla ifade edilmesi gerekiyor , örneğin “mandalizme kapı aralayan, göz kırpan veya destek veren vandalizm veya vandaterörizm” gibi…
Ne büyük mutluluk ki, sağduyu sahipleri büyük ve ezici çoğunlukta hala bu güzel ülkede… Bir taraftan sokaklar ateşe verilip, masum insanlar tehdit edilirken; diğer taraftan sade vatandaşlar, sağduyulu kesimler ve devlet adına sorumluluk üstlenen yöneticiler her fırsatta “akl-ı selim ve birlik mesajları” verdiler… Yazık ki, tam aksi yönde pervasız söylem ve tavırlarda vardı. Olayları tırmandıran, suçsuz insanlara saldıran, dinlemeyen, anlamayan, düşünemeyen, sorgulamayan ve kurulmuş saat gibi her çaldığında koşan bir güruh yine sahnedeydi ki onları tutabilene aşkolsun. Bunun yanında bir de freni tutmayan bir kısım anlayış, bir müzmin muhalefet daha vardı ki, hiç sormayın!
Mecliste tezkereye karşı çıkan bu anlayış şimdi, tezkerenin sahibi gibi hezeyan içinde sınırın karşısına tüm Türkiye’yi yanına alarak girmek istiyordu. Sanki koşarak başka bir ülkeye girmek Şair Orhan Veli ‘nin söylediği gibi “BEDAVA! “, idi. Burada pervasızlara şu soruyu sormadan geçmek olmaz: -“Yahu siz hangi taraftasınız?” Hele Cumhuriyetin ve ülkenin kurucusu olduğunu her fırsatta vurgulayan, mandacılığa karşı savaş verip esir ulusların bağımsızlık mücadelelerine esin kaynağı olmuş bir anlayışın; bugün mandalizme öykünen vandalizme kucak açar hale gelmesi”, çok düşündürücüdür. Böyle bir muhalefet anlayışını anlatmak kolay olsa da anlamak mümkün değildir. Dahası misyonunu kaybetmiş temsilcilerin açıklama ve tutumlarını görmekse çok daha acıdır!
Diğer taraftan dün Mehmetçiği düşman görenlerin, bugün Mehmet’in koluna girip birlikte koşma isteğinin “Akılla izahı” da bulunmuyor.
Yine yazık ki Türkiye’yi kabile devleti sananlar veya öyle görmek isteyenler de hala var. Bunlar “Hadi, kalk Suriye’ye girelim!” diyerek, 77 milyonun sorumluluğundan bi-haber şekilde bu büyük ülkeyi, Türkiye’yi koşturacağını zannediyor. Oysaki “Dur! nereye gidiyorsun seni cahil tavırlı kurnaz, karşı tarafa savaş açmış oluyorsun!…”, demezler mi?
Yine; siz nasıl oluyor da “sokağa çıkın! saldırmak, yakmak, yıkmak “BEDAVA!” dersiniz. Kaosu tasvibin ötesinde olayların çıkmasına ortam hazırlayan tutumlara girer, teşvik eder, sonra da o abuk söylemleri savunmak durumunda kalırsanız, size ”Hakikaten iyi misiniz?” demek ve “Yapmayın!” şeklinde uyarı gerekir.
Ne söyleyelim başka! Bir de bir kısım medyanın aktörleri var ki, neler söylüyorlardı neler! Bırakın vatansever, birleştirici tavır sergilemeyi; hakikaten rasyonelliği ve objektifliği rafa kaldırmışlar ve kuyu kazmakla meşguldüler. Öyle ki elinde hiçbir tutarlı ve sağlıklı gerekçesi olmayan çok bilmiş zatlar kurulmuş saatler gibi zamanı yiyor, tüketiyorlardı.
Öyle ki; her defasında olduğu gibi Anadolu’nun kadim medeniyetlerinden süzülüp gelmiş, İslam erdemiyle yoğrulmuş bu halkın ve değerlerinin karşısında olmayı alışkanlık edinmiş aktörler rollerini aynı ciddiyetle oynuyorlardı, daha çok konuşuyorlar, daha fazla ve daha yüksek çıkıyordu sesleri…
Her koşulda haklıya hakkını teslim etmeyen bu anlayış sahiplerinin, aslında Türkiye’nin yüksek insani tavrı ve yaklaşımı karşısında dilleri tutulmalıydı… ama onlar insan erdemini, insanlığı ateşe atmayı yeğlediler. Böyle olunca Türkiye’nin yüklendiği mali faturayı da, toplum üzerindeki psiko-sosyal maliyeti de dikkate almadılar.
Her şeye saldıran, sorgulamadan yok etme güdüsüyle sağa sola taş ve kaya fırlatan, şiddeti öne alan ve konuşma ve tartışma kültüründen yoksun bu anlayışın, bu pandemik yıkıcı tutumun kuşkusuz tedavi edilmesi ve bertaraf edilmesi gerekiyor…